Tarihi Yangınların En Eski Tanığı

MK GR EN

Düşünün ki hiç aşina olmadığınız bir şehre ilk yolculuğunuzu yapıyorsunuz. Şehre attığınız ilk adımda, sizi kendine çeken ilk şey ne olurdu? Sanatsal niteliklerden yoksun çağımızın derme çatma binaları mı? Yoksa tarihin tozlu sayfalarına karışmaksızın iyi kötü bugünlere gelmeyi başarmış eşsiz tarihi yapıtlar mı?

Şayet, seçiminiz ikinci şıktan yana ise, hadi buyurun efendim, o yapıtlardan birinin hikayesini bir de benden dinleyin.

kula1Çok değil birkaç gün öncesinde, kalelerin, kulelerin ve surların hüküm sürdüğü şehri İstanbul’u keşfe çıktım. İlk durağım; Beyazıt semtindeki Beyazıt Kulesi oldu. İstanbul Üniversitesi merkez kampüsünde bulunan bu kulenin 1749 yılında, yangınları gözetlemek ve haber vermek amacıyla inşa edildiğini öğreniyorum üniversite yetkililerinden. Cumhuriyet Dönemi’nde ise, Kule’nin ek bir görevi daha olmuş: hava durumu bildirmek. Bu görev, 1995 yılına kadar kule ışıkları vasıtasıyla devam etmiş. (Sonradan yaptığım araştırmalar sonucunda öğreniyorum ki mavi ışık; havanın ertesi gün açık olacağını, sarı ışık; sisli olacağını, yeşil ışık; yağmurlu olacağını, kırmızı ise; karlı olacağını belirtirmiş.)

İlk olarak ahşaptan yapılan kulenin 1774 yılında büyük Cibali yangınında yandığını ve 1826’da, Sultan II. Mahmut tarafından yeniden ahşap olarak yaptırıldığını anlatmaya devam ediyorlar: “Ne yazık ki, kule son haline erişmeden bir yıkıma daha maruz kalıyor. Yeniçeri Ocağı’nın ayaklanmasıyla bir kez daha alevlere teslim olan kulenin son hali, 1828’de Sultan II. Mahmut tarafından Mimar Senekerim Balyan’a yaptırılarak günümüze ulaşıyor.”

İlk yapıldığında 85 metre yüksekliğinde olan kule, sonradan yapılan kat ilaveleriyle 118 metreye ulaşıyor. Yapılan bu ilaveler sayesinde, kule 4 kattan oluşmaktadır. Bu katlar ise sırasıyla; Nöbet Katı, İşaret Katı, Sepet Katı ve Sancak Katı isimlerini alır.

kula2

Kulenin Beyazıt meydanına bakan kısmında ise, Sultan II. Mahmut’a ait olduğunu öğrendiğim bir kitabe bulunuyor. Hemen üzerinde ise, padişaha ait tuğra var. Yazı dörtlük halinde olunca ilgimi çekiyor ve haliyle okumaya çalışıyorum.

kula3

Akabinde bana eşlik edecek olan kule yetkilisinin sesini işitiyorum: “Nöbet katına kadar 180 merdiven var, işimiz zor valla. Asansör de yok ki binelim!” Önce korkuyorum haliyle ama pes etmek yok diyorum içimden, bu kuleye bugün çıkılacak! En nihayetinde, gezmeyi merakla beklediğim kulenin o ufacık kapısı aralanıyor…

kula4

Dile kolay; 180 tane ahşap merdiveni adım adım çıkıyoruz. Neyse ki merdiven kenarlarındaki aydınlatmalar önümüzü rahatça görebilmemiz konusunda bize yardımcı oluyor.

kula5  kula6

Yaklaşık 10 dakikalık bir “merdiven çıkma maratonunun” ardından nöbet katına ulaşmış bulunuyoruz. Üst katlar, merdivenlerin tahribatı nedeni ile gezintiye kapalı olduğundan son durağımız bu kat oluyor. Nöbet katında, dışarıya açılan tam 12 pencere bizi karşılıyor. Pencerelerin kenar ve üst kısımlarında ise, sade renklerle boyalı resim biçimindeki süslemeler bulunuyor. Açıkçası, kuleyi sanatsal anlamda ilgi çekici kılan bu peyzajları ben çok sevdim.

kula7  kula8

Kulenin nöbet katında bulunan tek ve en önemli nesne ise;  bu çelikten yapılan tarihi merdiven olsa gerek. Yan tarafında bulunan çevirmeli kol sayesinde uzayan bu merdiven, kaç hayatın kurtulmasına vesile olmuştur kim bilir…

kula9

Kuleyi gezmek için en güzel ve en anlamlı bahane ise; İstanbul’u en tepeden izleme hayali. Kulede bulunan 12 pencere, 360 derecelik bakış açısıyla muhteşem İstanbul manzarasını izleme fırsatı sunuyor. Bu muazzam Haliç ve Boğaz manzarasına siz de tanıklık etmek istiyorsanız, bu fırsatı sakın kaçırmayın.

kula12

kula10 kula11

Bir Beyazıt Kulesi Geleneği: “Çocuğun Oldu”

Eski zamanlarda, bu yangın kulesine “yangın köşkü”; yangın gözcülerine de “köşklü” denirmiş. Kule geleneği gereği; yangını gören köşklü “Ağa! Bir çocuğun oldu” der,  ağa da “Kız mı, oğlan mı?” diye sorarmış. Şayet yangın Anadolu yakası, Beyoğlu ve Boğaz’ın Rumeli yakasında ise,  cevap “kız”; İstanbul içinde ise, “oğlan” olurmuş.

Ayşe Şeyda Demir  

Yorumlar